Thomaides ailesinin Fikri Ataoğlu ve ailesi aleyhine getirmiş olduğu 2019 yılının 187 numaralı hukuk davası ispat-ı vücut için davalıların gıyabında 12 Şubat 2020 tarihine gün verilmişti. Bir önceki gün 11 Şubat tarihinde, değerli meslektaşımız Ulaş Nazım ispat-ı vücüt dosyalayacağı konusunda bizi bilgilendirmişti ve akabinde davaya gerekli hazırlıkları yapabilmesi adına yeterli zaman verilmesi için dava 18 Şubat gününe teyil edilmiştir. Bu vesileyle, ilk kez bir Kıbrıslı Türk böyle bir davada Mahkeme huzurunda hazır bulunacak olup dolayısı ile Kıbrıs Cumhuriyeti mahkemelerinin yetkisini tanımış olacaktır. Davanın önemi Fikri Ataoğlu’nun politikacı ve Demokrat Parti’nin bir üyesi olması sebebiyle de ayrı bir anlam taşımaktadır. Fikrimizce sözkonusu olay kaydadeğer bir gelişme olmasının yanısıra davanın sadece hukuk ekseninde hüküm verilecek ve politikadan bağımsız olarak karara bağlanacaktır. Aynı şekilde bizim de niyetimiz davayı hukuk ekseninde olduğu gibi tutmaktır.
Sosyal medyada ifade özgürlüğünde yeni bir devir
(C-18/18 Eva Glawischnig-Piesczek v Facebook Ireland Limited)
Avrupa Adalet Divanı, 3 Ekim 2019 tarihinde C-18/18 numaralı Eva Glawischnig-Piesczek v Facebook Ireland Limited davasında aldığı ön karar neticesinde ifade özgürlüğü, bilişim hizmetleri ve aracı hizmet sağlayıcılarının yükümlülükleri üzerindeki mevcut olan algıda büyük oranda değişikliğe neden olmuştur.
Adalet Divanı, Avusturya Yüksek Mahkemesi tarafından bilişim hizmetleri ve aracı hizmet sağlayıcılarının yükümlülükleri gibi konularda hukuki kurallara yön veren Direktif 2000/31/EC’in yorumlanıp C-18/18 davasının ön karara bağlanmasını talep edilmiştir. İşbu taleple Adalet Divanı’ndan yerel mahkemelerin hizmet sağlayıcıları üzerinde; yasal çerçevede daha önceden belirlenen yasadışı, zemmedici ve iftira içerikli veri paylaşımlarına erişimi kapatma veya paylaşımları kaldırabilme yetkisine sahip olup olmadığını; ve eğer böyle bir yetkiye sahipse, yetkinin sınırlarının tüm dünya genelinde ara emri alınarak uygulanıp uygulanamayacağını ve ilgili Direktif’te yer alan ilgili Madde 14(1), Madde 14(3) ve Madde 15’in yorumlanmasına açıklık getirilmesi beklenmiştir. Ön kararda, bahsi geçen Madde’lerin sözlük karşılığı anlamlarıyla yorumlanması gerektiğine, ve yerel mahkemelerin yasa dışı nitelikli olduğu belirtilen veri paylaşımlarını hizmet sağlayıcılarına mahkeme kararıyla erişime kapatma ve kaldırma yetkisinin olduğu, ayrıca dünya genelinde ara emri uygulanabileceği kanaatine varılmıştır.
Mahkeme hükmü, Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı tarafından güvenceye alınan ve korunan temel özgürlükleri kısıtlamaya yönelik alınmış bir karar değil tam aksine Topluluk kurallarının daha verimli uygulanması için bu yönde alınmış bir karardır. Aynı bağlamda, bu alınan karar; sosyal medyada yasadışı, karalayıcı ve iftira olarak yapılan kişisel saldırılar Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde yer alan temel ve kişisel özgürlükler kapsamında değerlendirilmediği gibi, sözkonusu olan yasadışı ve zemmedici saldırılara karşı tarihi bir dönüm noktası niteliğindedir. Mahkeme hükmü ile özellikle son zamanlarda artmakta olan yasadışı, karalayıcı ve iftira nitelikli veri paylaşımlarının önüne geçilmesinde yerel mahkemelerin yetkisi güçlendirilmiştir.
Kararın açıklanmasında, Direktif’te geçen 58. İfade’de (Resital), Direktif kapsamının AB dışında bulunan üçüncü ülkelere uzanmadığına yer verilmiştir. Fakat Direktif aynı şekilde uluslararası bir amaç ve fikir birliği çerçevesinde oluşturulan uluslararası sözleşmelerle uyumlu bir şekilde yürürlüğe girmiştir. Diğer bir deyişle, Adalet Divanı tarafından alınan ön kararın, diğer uluslararası sözleşmelerde yer alan kuralların yorumlanmasında da yerel mahkemelerin karar mercisine bağlı kalarak emsal teşkil edebileceği sonucu da çıkarılabilir.
ABD kaynaklı yayınlarda ve gazetelerde herhangi AB sınırları içerisinde bulunan yerel bir mahkemenin bahsi geçen veri paylaşımının kaldırılmasına karar verebileceğinden dolayı oluşabilecek hukuki sorunlarla ilgili haklı ve yapıcı tartışmalara yer verilmiştir. Ancak unutulmamalıdır ki, ne Direktif ne de Adalet Divanı’nın vermiş olduğu ön karar, uluslararası kuralların dışında ayrı veya ötesinde yeni bir kural getirmemiştir. Kısacası, mevcut uluslararası kurallar yerel mahkemeler üzerinde halihazırda bağlayıcı ve mahkemeler tarafından yerine getirilme zorunlulukları bulunmaktadır. Ancak bu konuda esas olarak tartışmaya açık nokta şudur ki; bir AB üyesi ülkenin mevzuatında, zemmetme ve iftira suçları diğer devletlerden daha katı olarak belirlenmişse hizmet sağlayıcıları ve mahkemeler nezdinde ciddi bir yasal belirsizliğe yol açmaktadır. Sorunun esas nedeni ise dava konusu kuralların, sadece bir devlet tarafından dünya çapında belirlenmesine yol açacaktır.
Son olarak, alınan ön karar Direktif’in kapsamını genişletmiş, bu nedenle de hizmet sağlayıcılarına ve yerel mahkemelere düşen yükümlülükleri de artırmıştır. Ayrıca hizmet sağlayıcılarının sosyal medyada yapılan yasadışı ve zemmedici veri paylaşımlarını gözlemleyip, denetleme, yorumlama ve erişim durdurma veya kaldırma görevlerini oldukça yüksek seviyeye taşımıştır.
Berk Gökhan